aysegul-kalkan1-medium

Doğum: 1881 Selanik. Ölüm:

10 Kasım 2016 günü yapılan 10 Kasım töreninde  Ayşegül Kalkan tarafından seslendirilen ve Mustafa Kemal’i anlatan konuşma metnini sizlerle paylaşiyoruz:

Ali Rıza’dan olma, Zübeyde’den doğma Mustafa Kemal Atatürk…

Doğum: 1881 Selanik. Ölüm: 1938 İstanbul.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve birinci cumhurbaşkanı.

Hakkında yazılmış yaklaşık 50 bin kitap ve milyonlarca makale, dünyanın dört bir yanında dikilen anıtları, isminin verildiği yüzlerce park, cadde ve meydan ile dünyanın saygı duyduğu lider.

Haritadan silinmekten kurtardığı ülkesinde ise bir taraftan diktatör damgasıyla, haddini bilmez iftiralarla Kurtuluş Savaşımızdan tutun ilmek ilmek dokuduğu devrimlere kadar kendisine müteşekkir olduğumuz şanlı Cumhuriyet tarihimizin her sayfasından ismi silinmeye çalışılır; diğer taraftan benzer bir bilinçsizlikle A’dan Z’ye bir mükemmellik, adeta kudsiyet yakıştırılır.

Atatürk, hiç kuşkusuz kendisine tapılan bir din insanı ya da put değildir. Dikta rejimi ise hayalinden bile geçmemiştir. Devletin başıyken, milletin sevgilisiyken, iki dudağının arasından çıkan her söz emir telakki edilecekken “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” der; medeniyete, laikliğe, demokratik kültüre, eğitim birliğine, eşitiliğe davet eder…

Ve bizler elbette fikirlerini benimseriz, açtığı yoldan yürürüz. Çünkü O’nun yolu aklın yoludur. Çünkü O, ” Eğer birgün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” diyen bir dahi, böyle bir ifadede bulunabilecek kadar da dürüst ve samimi bir insandır.

Atatürk dehası olumsuz, fakat naçiz bedeni etten kemikten oluşmuş bir insandır. İnsan… Asker… Devrimci… Öğretmen… Sahi kimdir Atatürk?

İyi bir evlat değildir mesela. İyi bir evlattan beklenti anasının dizi dibinde, bir dediğini iki etmemekse eğer. Çünkü annesi ve kardeşinden bir telgraf alır ki “açız” diye yakarır bu telgraf. “Alacaklılar kapıya dayandı”. Üzülür, çok üzülür. Yanında bulunan yaveri Salih Bozok, ’’Elimizdeki mevcut paradan gönderelim’’ teklifinde bulunur. Aldığı cevap şudur: “ Hayır! Elimizdeki para millete aittir, milli mücadele parasıdır ve bu maksatla harcanacaktır’’ Ve bir telgraf çekilir Zübeyde Ana’ya… “evdeki hali ve kilimleri satınız”.

İyi bir eş derseniz, hayır, o iyi bir eş de değildir. Çünkü sabahtan akşama olduğu kadar akşamdan sabaha da zamanını geçidiği meseleler romantizmden ziyade, yanında örnek Türk kadınıyla cahelete karşı savaş vermektir.

İyi bir asker, belki. Kuşkusuz dahi bir komutandır. Fakat sorarım size dünyada kaç asker tanıyorsunuz dökülen kana onun kadar üzülen, onun kadar evlat sevgisiyle bağrına basan dünyanın bütün başka babalarının TÜRKü katletmesi için Anadolu’ya salıverdikleri oğullarını.

Baba… İyi baba olmak evlatlarına mal mülk bırakmaksa Atatürk burada da şaşırtır bizi. Çünkü tüm mal varlığını milletine bağışlamıştır. O, Türk milletinin babası, Ata’sidir.

Biz kadınları ise bizim kendimizi düşündüğümüzden daha fazla düşünmüştür; layık olduğumuz değeri biz talep etmeden evvel görmüştür: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, tek eşlilik, mirastan eşit pay, daha sayayım mı?

Anıtkabirde yatan bir bedenden fazlasıdır benim Ata’m. Yurdumun kurtarıcısı, devletimin kurucusu, ebedi başkomutanım.

Ali Rıza’dan olma, Zübeyde’den doğma Mustafa Kemal Atatürk…

Doğum 19 Mayıs…..  Ölüm: Dünyadaki son Türk son nefesini verdiğinde!

İmanımız, inadımız, andımız öyle sağlam! Yorulmak yok, durmak, dinlenmek yok. Çünkü borçluyuz; onca şehide, akan onca kana, verilen onca emeğe borçluyuz. Meşalemiz “Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık nedir tanımadım” diyen Başkumandan!

Şöyle bir dönüp bakın tarihimize. Afyon’da bir er olduğunuzu farzedin ya da Samsun’da bir köy çocuğu. Antep’te bir nalbant belki. Maraş’ta irgat. Bin yıllık Türk yurdunda kirli bir nefes ensenizde. Hep ensenizde. Sizden çok uzak saraylarda yaşayan bir takım insanların keyfini, sizin nasır tutmuş elleriniz beslesin diye… Sizin nasır tutmuş elleriniz, bebeniz yerine, o çok uzaklardaki yedi başlı canavarların ihtiraslarını beslesin diye, başka başka renklerde üniforma giydirilmiş kötülük, hıyanet, nefret hep sizin peşinizde. O kirli soluk hep ensenizde.

Kaldırımsız sokağında tahta atını koşturan Mehmet’i dün dipçiklerle çöktürdüler dizlerinin üzerine. Elinde dört ucundan bağlı bir mendil. İçinde bir avuç kuru ekmek… Meğer kaç günlerdir yemeyip biriktirmişler köyün bütün çocukları. Bir bohça yapmışlar, ama cepheye kim götürecek? Mehmet elbet. Babasını hiç bilmedi ama vatan uğruna göğsünü siper eden her askeri babası bilir. Mehmet 8 yasında. Son darbeyi yemeden evvel yüzlerine tükürdü aslanım. Ömür dediğinden Mehmet’e düşen sade 8 yıl.

Evvelki gün de Ayşe’yi… Dilim varmıyor söylemeye. Namus mu can mı diye düşünmüş olsa gerek. Ayşe 12 yaşında. Basma entarisi delik deşik, hem de kan içinde. Öğretmen olmaya heves edermiş. Kirli solukların dini, imanı yokki.

Ve sarışın bir Kurt duymuş çığlıklarını. Sadece o duymuş.

Ve demiş ki kalkın. Kalkın diyorum. Ayağa kalkın. Size söylüyorum. Ayağa kalkın. Ve yürüyün üzerine. Yürüyelim. Üzerine yürüyelim nefretin, hıyanetin. Gafletin, sapkınlığın, ihanetin üzerine yürüyelim. Ya istiklal ya ölüm!

Bu şanlı bayrağın dalgalandığı her karış toprağımızda kaç şehidin kanı var… Kolay mı kazanıldı bağımsızlık. 2542 şehit 9977 yaralıya maloldu Kırcaaslan, Tınaz Tepe, Kalecik, Belen Tepe, Kurtkaya, Çiğiltepe…

Çetin bir tepe Çiğiltepe. 27 Ağustos sabahı muharebenin ve ulusun kaderini etkileyecek en kritik mevkide yer alan Çiğiltepe’yi düşmandan temizlemesi emredilmiştir 57. tümene.   1. Kolordu 57. Tümen… komutasında Albay Reşat bey. Saat 10:30’da paşadan telefon alır, tepenin ne zaman alınacağını sorar paşa, “yarım saat komutanım” der. Oysa düşman tepeye bir tümen yığmış, direniyor. Geçer yarım saat. Tam 11:00 de telefon yine çalar. Bu kez telefona yanıt veren Reşat bey değil, başka bir subaydır. “komutanım Reşat bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. okuyorum, komutanım.

– yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım”.

Saat 11:45’te Çiğiltepe’nin alındığına şahit olamadan, bağımsızlığın tadına varamadan, sevdiği kadınla yuva kuramadan gözleri açık gider Albay Reşat bey. Balkanlar’dan Çanakkale’ye, Doğu Cephesi’nden Filistin’e ve esarete kadar giden 27 yıllık askerlik yaşamı hep savaşarak geçen bir kumandan. Üstelik paşa çocuğu. Söz namustur ilkesiyle yaşayan örnek insan.

Vatanı korumayı, kurtarmayı namus bilenlerin, sözünü tutmaya kıymet verenlerin yazdığı destanlar sayesindedir bugün altında birleştiğimiz bu bayrağın dalgalanışı.

Oysa bugün bazı kendini bilmezler diyorlarki o destanlar Atatürk’ün zamanındaymış. Kastedilen maddi varlığıyla zamansa, sadece rakamlarsa, eksik bilgilerini düzeltmek lazım. Sadece Kurtuluşa giden 4 yıllık milli mücadelede 9 binden fazla insanımızı yitirdik. 9 bin destan eder, hala söyleriz. Çamur atmaya çalışanlar 90 kuruş etmez. Yok eğer, kastedilen manevi anlamda zamansa, o zaman bu densizler bilmelidirki, Atatürk’ün zamanı yoktur. Çünkü medeniyet; eğitim, spor, ahlak, bilim zamansızdır. En büyük savaş cehalete karşı verilen savaştır diyen, cepheye bile sandık dolusu kitap götüren bir lideri hangi zaman dilimine sığdırabilirsiniz?

Mustafa olarak başladığı hayatını Mustafa Kemal Atatürk olarak taçlandırması boşuna değildir. Çanakkale’de destan yazan, Samsun’da çığır açan, 7 düvele kafa tutan bir askeri deha, Mustafa Kemal. Kemal Paşa, Başkumandan.

Oysa ne çok sebebi vardı mağdurum demek için.

Rum ve Bulgar eşkiyalarının saldırılarıyla inleyen Balkanlar…

Yokluk ve yoksulluk nedeniyle çocuk yaşta ölen iki ağabey…

Yedi yaşında kaybedilen baba, tarlada karga kovalayarak geçirilen yetimlik günleri…

Tutukluluk günleri, hücreler, üstüne sürgün….

Böbrek hastalığı, işten atılma, en yakınlarından ihanet…

Ve hep yokluk, hep yokluk.

39 yasında gıyabında idam kararı…

Dursaydı, kaçsaydı başka türlü yazılacaktı tarih. Oysa O, tek bir insanın neler yapabileceğini gösteren 20. yüzyılın olağanüstü lideri oldu.

Sıra bizde.

Ali Rıza’dan olma, Zübeyde’den doğma Mustafa Kemal Atatürk.

Doğum: Selanik                 Ölüm: Umut ve çaba bittiğinde

Umudu canlı tutmak, çabalarımızdan sonuç almak için bir elimiz geleceğe uzanırken diğer elimizle gecmişimize sımsıkı tutunmamız gerek ki unutmayalım kim olduğumuzu, damarlarımızda dolaşan asil kanın hakkını verebilelim. Dik durabilelim.

Çünkü Esas Savaş Şimdi Başlıyor.