Mithatcan Ocal

Mithatcan Öcal ile Söyleşi

 

Mithatcan Öcal ile aslında 8 Mart gecesi Toronto’da katılacağı ve bestelerinden birinin de sunulacağı Continuum 30. Yıl konseri olan 30 More! etkinliğinde bu söyleşiyi yapmayı planlıyorduk. Ancak, bazı aksaklıklar nedeni ile Toronto’daki konsere katılamadı. Teknoloji sağolsun, bizler de kıtalararası bir söyleşi yaptık.  Aşağıda sizlerle paylaşıyoruz:

Sizi izleyen sanatseverlerin dışında sizinle ve müziğinizle tanışmamış geniş bir kitle var. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Müziğin çok zor bir alanında söz sahibi oldunuz.

26 Şubat 1992 İskenderun doğumluyum. Müzik ile haşır neşir olmam yaklaşık 10 yaşıma tekabül eder. O vakitler, içimde keman çalmaya dair çok yüksek bir arzu vardı ve ailemin de desteğiyle bu imkanı elde ettim. Daha sonra, amatör topluluk olan ODTÜ Senfoni Orkestrası dahilinde çeşitli konserlere katıldım. 5 yıl hobi olarak keman çalmaya devam ettikten sonra, lise yerleştirme sınavlarına hazırlanmak adına müziği bıraktım. Elbette zor bir süreçti bu, fakat o zamanlar yaşadığım bölgede uzun yıllardır hiç farketmediğim -ve yaşamımda çok güzel anılar yaşadığım- ODTÜ Kürek Takımı’nı tesadüf eseri keşfettikten sonra bu takıma katılıp 3 yıllık zamanımı sporcu olarak geçirdim. Üniversite yerleştirme sınavları nedeniyle bu aktiviteyi de bırakmak zorunda kaldım. Ailem ile Yalova’ya taşındıktan sonra -yine rastlantı sonucu- Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda yarı zamanlı keman eğitimine başladım. Ardından benim bestecilik kariyerimin böyle bir noktaya gelmesindeki en büyük payın sahibi, Mehmet Ali Uzunselvi ile tanıştım. Bana ufak fakat çok etkili, besteciliğe dair birtakım çalışmalar yaptırdı kendisi. Ertesi yıl, Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı’nın kompozisyon bölümüne kabul edildim ve hala çalışmalarımı bu kurum dahilinde sürdürmekteyim.

Eserlerinizi dinleyenler, klasik dönem bestelerinin ve hatta çağdaş dönem müziklerinin dişinda çok farklı biçim ve sesler ile karşılaşiyorlar. Besteleriniz ve esinlendiğiniz unsurlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, ben de “yeni müzik” ile ilk tanıştığım zaman çok değişik fakat bir yandan da “eğlenceli, serüven dolu, öğrenilmesi gereken” bir işe kalkıştığımın farkındaydım. Henüz işin başında, bu iş bana ne yazık ki hiç çekici gelmedi, hatta aksine; nefret bile ediyordum. Neden sonra, müziğin, kendimi dışavurabilmek adına çok güzel bir araç olduğunu farkettim ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde geçirdiğim ilk yılın sonunda (yıl içinde herhangi bir üretim gösterememiştim) “nasıl müzik yazılacağını” ve “ne yazacağımı” bilmeden, yüksek bir bunalım içinde, karma oda topluluğu için müzik yazdım. Herhangi bir esin kaynağım ve/veya yöntemim yoktu. Fakat bu müzik sonraki yazdığım müziklerde kurmak istediğim yapıyı çok etkiledi. Yerel müziklere duyduğum ilgi ve bu alandaki çeşitli analizlerim sonucu gözlemlediğim kadarıyla, halkın doğal yollarla ürettiği müziğin yapısı, müziğimde gerek melodik/ ritmik ve gerek kurgu itibariyle karmaşık fakat “yeni müzik dinleyen” izleyicinin kolaylıkla anlayabileceği ve “zevk alabileceği” yapıları ortaya çıkarmama çok müsaitti. Fakat yöntem konusundaki sıkıntılarım, -ki bu sıkıntılar ne yazık ki bir öğrencinin kendi başına halledebileceği sıkıntılar değildir, öğretilmesi gerekir- kurmak istediğim yapıyı ortaya “nasıl” ve “ne şekilde” çıkarabileceğim soruları hala kafamı kurcalamakta. Yazmakta olduğum her yeni müzikte bu tür bir teknik sorunu aşmaya dönük bir yol izliyorum.

Çok gençsiniz. Yolun başındasınız. Ve size yakıştırılan “Harika Çocuk” etiketi var. Bu algı nasıl oluştu?

“Harika çocuk” etiketini maalesef bir türlü sevemedim. Yaptığım hiç bir iş “içgüdüsel dehanın kendini var etmesi” ekseninde oluşmuyor, her seferinde çok büyük emekler ve teknik zorlukların içinden kendime bir yöntem oluşturmaya çalışıyorum ve henüz herhangi bir müziğimde “başarılı bestecilik örneği” gösterdiğimi düşünmüyorum. Bu müziği tüketen insanların bir şekilde benim müziğime “yakınlık” göstermeleri, “sevmeleri” -ve organizatörlerin de bunu görüp bana destek olmaları- beni ne yazık ki harika çocuk yapmıyor. Zaten sanıyorum bu işin yöneticileri kendine bir harika çocuk arıyor, fakat yapılan işin “süper yetenek” ile değil de “süper emek” ile açığa çıkarılabileceğini göremiyor. Belki de görüyor, fakat tüketiciye farklı lanse ediyor.

Yurtdışında farklı etkinliklere katıldığınızı ve eserlerinizi seslendirdiğinizi biliyoruz. Toronto’daki konserinize ise bir aksilik sonucu katılamadınız. Toronto’ya gelmek için önumuzdeki donemde bir başka fırsat olacak mı? 2015 yılındaki çalışmalarınız neler olacak?

Konsere gelemediğim için gerçekten üzüldüm. Müziğimi beni herhangi bir şekilde tanımadan 30. yıl kuruluşu adına programa alan bu grubun müzisyenleri ile tanışabilmeyi gerçekten çok isterdim; şu an kesin bir Toronto programım yok fakat zaman ne gösterir bilinmez. 2015 yılı içinde, İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılacak olan “Archipel Festival” ve Almanya’nın Stuttgart kentinde yapılacak olan “Akademie Schloss Solitude” etkinliklerine katılacağım.

Yapmış olduğunuz işin size keyif veren taraflarını ve karşınıza çıkan zorlukları da bizlerle paylaşır mısınız?

Her ne olursa olsun, ürettiğiniz temsilin seyirciyle buluşarak gerçek bir işe dönüşüyor olması tarif edilemez bir zevk. Benim besteciliğe dair en çok sevdiğim şey bu olsa gerek. Emeğinizin karşılığını kanlı canlı önünüzde görüyorsunuz ve bir de müziğiniz iyi performansçılar tarafından yorumlanırsa, kaydınız da iyi olursa, değmeyin keyfinize. Ama, dünyanın her yerinde olduğu gibi, bir bestecinin yaşamı finansal anlamda neredeyse “sürünerek” geçiyor ve özellikle Türkiye’de, hayatını öğrencilik yıllarında besteciliğe adamaya karar vermiş arkadaşlarımız okullarından mezun olduktan sonra zor bir yaşam mücadelesinin içine düşüp besteciliği bırakmak zorunda kalıyorlar. Ben de kendi adıma böyle bir durumun içine düşmekten açıkçası korkuyorum. Bunun dışında, eğitim ve “bilgiye ulaşma” konusu ne yazık ki benim (ve diğer besteci arkadaşlarım) için çok zayıf düzeyde. Bestecilik adına öğretmenliğe soyunan insanlar ne yazık ki sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirmiyorlar. Bu da bizim bilgi açlığımız ve bunun dindirilememesi sorununu açığa çıkartıyor.

10 yıl sonra nasıl bir Mithatcan Öcal göreceğiz? Sizi örnek alacak gençlere neler öneriyorsunuz?

İnanın bilmiyorum. Fakat benim kendimi görmek istediğim yer hakkında konuşursak; müziğe dair aklındaki teknik sorunları halletmiş, fakat bu hayali dünyanın yanısıra “gerçek” yaşama da ayak uydurabilmiş, bildiği şeyleri ihtiyaç duyan herhangi birine karşılıksız aktarabilen bir insan olabilmektir. Genç arkadaşlar umarım daha yukarıda saydığım herhangi bir şeyi tam anlamıyla başaramamış birini örnek almak istemezler. Fakat ille de örnek alacağım diyorlarsa, benim bu söyleşide bahsettiğim sorunlar üzerine çözüm üretip, yaptığımız işin ve bestecilerimizin yaşantısına katkı sağlayacak çözümler ve yöntemler üretip, bilhassa gelip benimle paylaşmak / öğretmek, bilginliklerini aktarmak mecburiyetindedirler.

Ayırdığınız zaman için Telve okurları adına çok teşekkür ediyoruz. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Çok sağolun. Ben de sizin bana karşı olan ilgili tutumunuzdan dolayı teşekkür ediyorum.