elif masal2

Yazar Elif Elif Diye

KIVIRCIK OĞLANLA TEKBOYNUZUN MASALI

Bir varmış, bir yokmuş.

Her masalda olduğu gibi.

Gerçeklere uzak, hayallere yakın bir yerlerde, ne yeryüzünde, ne gökyüzünde, her yerde ve hiçbir yerde bir küçük oğlan yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş bu lüle lüle saçlı oğlanın. Öyle yalnız, öyle yalnızmış ki, bazen kendisi var mı yok mu, onu bile bilemezmiş. Sadece saçlarını çok eskiden seven birini hatırlarmış. Bir kadınmış hatırladığı, hep bir ses hatırlarmış, ama ne söylediğini hatırlayamazmış. Onu hatırladığında içine hep bir meltem esermiş, öyle bir esermiş ki, daha fazlasını hatırlamak istermiş, ama uğraştıkça hatırlayamaz, daralır, sıkılır, hepten yalnızlığına gömülür, içli içli ağlarmış. Bundandır ki, hatırlamaktan nefret edermiş. Ağlamaktan nefret edermiş. Yalnızlığından nefret edermiş.
Bir gün, masal bu ya, rüyasında yine duymuş o serin sesi, hissetmiş saçlarına değmeden seven tatlı yeli. Kalbinden bir dua geçmiş, aklı itiraz etmiş:

– Burada kalmak istiyorum ben artık, rüyamın içinde, bu esintide, uyanmayacağım, uyanıp kahrolmayacağım, sonsuza kadar essin istiyorum bu ses, bu nefes. Ne olduğunu bilmesem de, uyanmak istemiyorum.

-Uyan güzel oğlan, uyan, bana yardım et.

Pınarları yaşla dolu gözlerini açmış oğlan. Ve nefesi kesilmiş, karşısında o güne kadar hiç görmediği, ne olduğunu bilmediği güzellikte bir yaratık varmış. Her şeyi unutmuş, gözleriyle gördüğüne, kalbiyle değdiğine tutulmuş. Ne ses kalmış hafızasında, ne o serin nefes saçlarında. Uyandığına şükreden gözleri kalmış bir tek oğlanda.

Nefessiz fısıldamış:

-Nesin sen?

-Hiç mi tekboynuz görmedin kıvırcık hayatında? “ demiş yaratık, “ unikorn da diyebilirsin, ama ben dil konusunda hassasım, onca yer, once gök dolaştım, yıllara, yollara rağmen dilime kültürüme sahip çıktım, tekboynuzda ısrarcıyım. Lütfen bana yardım et. Ejderhalar peşimde, lanet olsun, bir türlü kurtulamadım şunlardan. Evren kazan ben kepçe, dolanıp duruyoruz birbirimizin peşinde. Etraf da pek tenhaymış senden başka kimselere rastlamadım, yardım et bana.

Anca nefesine kavuşan oğlan bir an bile tereddüt etmemiş:

-Senin için her şeyi yaparım, dağlara çıkar, aya dalarım. Yeter ki söyle bana. Ejderhalarla savaşırım. İstersen kaleler yaparı… İster altından, istersen gümüşten. Sen nasıl ışıldasın istersen. Yeter ki benim ol. Benimle ol. Sonsuza kadar seninle kalayım, yeter ki hep seninle olayım.”

-Ay ne o, prens gibi konuştun kıvırcık! Pek şekersin, ama belli ki sen ejderha görmemişsin hiç, üç tanesi peşimde, ve inan bana bu kadar şaşırdıysan, ejderhaların o sımsıcak nefesini hissedince ne yaparsın bilemiyorum.

Oğlan birden “nefes” kelimesini duyunca bir sarsılmış. Daha üç dakika önce uyanmak istemediği rüyayı hatırlamış, o sıcak esintiyi hatırlamış. Hiç uyanmak istemediğini hatırlamış.

Bütün bu mahmurlukta, tekboynuzun yakarışını duymuş aniden:

-Yardım et bana yakışıklı. Aç ağzını, içine gireyim. Onların derdi benimle, sana dokunmazlar… Müsaade et, içine saklanayım. Onlar gelince, beni sorduklarında, “Ben hiçbir şey görmedim,” dersin.

Yalvarması öyle içtenmiş ki, oğlanın kalbi dayanamamış. Bir an düşünür gibi olduysa da, açmış ağzını kocaman. O güzelim tek boynuz şaha kalkmış, kalkmasıyla bir an rengarenk bir gökkuşağı olmuş, ağzından içeri bir nefes kadar kolay girivermiş. Oğlanın içine aynı rüyasındaki güzel his yayılmaya başlamış, hem de bu kez uyanıkken …

Ve o esnada karşıki dağdan tozuyan dumanı fark etmiş. Tam üç tane ejderha kafası görmüş, vücutları tozdan, alevden görünmez haldeymiş. Hiç korkmamış, içindeki huzur öyle büyükmüş ki, beklemiş yaklaşmalarını.

-Delikanlı, buralardan hiç tekboynuz geçti mi, deyiver bize.

-Önce bir selam verir insan ejderha kardeşler. Neden sorarsınız?

-Peşindeyiz, onu ararız biz. Yaptığımız anlaşmaya karşı geldi, elimizden kaçtı, bedelini ödeyecek!

-Anlaşma neymiş , merak ettim…

-Bu unikorn aslında sıradan bir köylü kadındı. Bir gün dağda odun toplarken karşılaştık. Çok güzeldi, ama çok fakirdi. Çok dertliydi. Biz ona rastladığımızda “Bıktım bu hayattan,” diye ağlayıp duruyordu. “Bıktım bu fakirlikten, bıktım bütün gün üstüme yığılan işlerden, bıktım bütün yapmam gereken şeylerden, ölsem de kurtulsam,” diye ağlıyordu. Biz de ona acıdık. “Gel ağlama, seni dertsiz tasasız yapalım,” dedik. “Gel yorulma, seni işsiz, güçsüz yapalım,” dedik. “Gel ölme, seni ölümsüz yapalım,” dedik. “Ama karşılığında sen de bizim olacaksın, yanımızdan ayrılmayacaksın, senden fazla bir şey istemiyoruz, bizim hiç arkadaşımız yok, bize arkadaş olacaksın.” O da seve seve kabul etti. Biz onu tekboynuz yaptık. Her şey çok güzeldi başlarda. Yanımızdan ayrılmıyordu hiç, keyfi yerindeydi. Ama zaman geçtikçe çok üzgün olmaya başladı. Neşesi gitti, hep surat , hep surat! Hep eski hayatını özler! Biz de kendisini çekemez olduk. Bizim istediğimiz bizi neşelendirecek arkadaştı, yerine kasvetli biri geldi. Kasvet, karanlık bizde zaten var, napalım fazlasını. Hep kalbinin acıdığından bahsetmeye başladı… Neşemiz kaçtı, halbuki biz onu ölümsüz bir unikorn yapabilmek için gücümüzden epey büyük bir kısmını harcamıştık. O bize ihanet etti. Ve bir kavganın ardından, kaçtı gitti bizden. Aylardır kaçmakta, ama bizim de onu bulmamız lazım, kendimizi kazıklanmış hissediyoruz. Bedelini ödeyecek! Onu öldürür, kanından içersek, biz de kaybettiğimiz güce kavuşacağız…Yani bize yardım edersen, adalet yerini bulmuş olacak!

Bu üç canavardan hiç korkmadığını fark eden kıvırcık oğlan şaşırmış. O rüyadaki güzel hisse borçluymuş korkusuzluğunu. Biri seslenmiş derinlerden, içinden: “Bana yardım et!”. Cesaretini toplamış, ve üçüne birden demiş ki:

-Ey korkunç ejderhalar… Gördüm ben sizin dediğiniz yaratığı. Haklılığınızdan emin oldum, size kazık atmış. Cezasını ödemeli. Yardım edeceğim. Size ne tarafa gittiğini göstereceğim, gelin peşimden.

Ejderhaları takmış peşine. Az gitmişler, uz gitmişler, dere, tepe düz gitmişler, ve gele gele bir yara gelmişler. Oğlan biraz geride durmuş, demiş ki:

-Sanırım aşağıda, nehrin kenarında bir kovukta saklanıyor. Bana da kartal kardeş söyledi, “Öyle güzel bir yaratık gördüm ki,” dedi, “eşi benzeri yok dünyada, girmiş bir yar dibindeki ağaç kovuğuna, titreyip duruyor, ejderhalar peşimde, diye sayıklıyor.”

Ejderhalar keyiften dört köşe, oğlana teşekkür etmişler, onu ödüllere boğacaklarına söz vermişler. Ve yarın kenarına kadar gidip aşağıya nasıl ineceklerini düşünüp tartarken, oğlan arkalarından sessizce yanaşmış, masal bu ya, kendisinin de nasıl olduğunu anlamadığı bir güçle hepsini arka arkaya yardan aşağıya itmiş. Arkalarından bakınca, aşağıdan geçen nehrin birden kahverengimsi kırmızı kana bulandığını görmüş, derin bir nefes vermiş.

Vermesiyle , içinden ılık, rengarenk bir bulut dışarıya süzülmüş. Bu çok yoğun rengarenk bulut önce gözlerini kamaştırmış. Sonra gözleri yavaş yavaş görmeye başlayınca birden karşısında upuzun ipeksi sarı saçları, eski püskü elbiseleriyle bir kadının durduğunu farketmiş. Kadın ona kollarını açmış:

“Yavrum!” demesiyle, gözyaşlarıyla oğluna sarılması bir olmuş.

O sesmiş! Rüyasındaki ses.

O dokunuşmuş! Rüyasındaki dokunuş.

Oymuş meğer, annesiymiş rüyalarında ayrılmak istemediği…

-Yavrum, demiş… Yavrum… Beni affet… Bir anlık mutsuzluğuma yenildim. Hayatımdan hiç memnun olmadığım bir anda, nefsime yenildim. Anneler de insan, hata yapabilirler. Ama ne dertsizlik, ne tasasızlık, ne ölümsüzlük, ne de başka hiç bir şey beni mutlu etmedi. Sende bıraktığım parçam beni hep kahretti. Her şeyim vardı, ama hiç tamam olamadım. Daha ilk gün pişman olmuştum, ama kaçamadım. Sadece rüyalarına girebildim, beni unutmaman için, beni gördüğünde tanıyabilmen için. Seni bulursam, bana bir tek senin yardım edeceğini biliyordum. Büyüleri bir tek gerçek sevgi bozabilir. Bütün hataları bir tek gerçek sevgi affedebilir. Beni affedebilecek misin?

Kıvırcık oğlan zaten öyle mutluymuş ki annesinin kollarında, nefesi yüzünde, sesi kulaklarında.

-Anneciğim, demiş… Ben seni hep ne beklediğimi bilmeden bekledim… Uyanığım ve yanımdasın… Daha ne isterim…

Ve o anda gökten üç elma düşmüş…

Biri mükemmel olması gerekmeyen her anneye, biri affetmeyi yol yakınken öğrenebilen her yavruya, biri de zaman ayırıp bu masalı okuyana…

Elif Barut

Ankara’da 1967’de doğan  Elif Barut’un  çocukluğu Cezayir’de geçti. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. Meslek hayatına mimar olarak başladıysa da  2002’den bu yana Moda ve Kapalıçarşı’daki iki atölyesinde yurtiçi ve yurtdışında kurumsal firmalara Nili Silver markasıyla gümüş objeler ve takılar tasarlayıp üretmekte. Toronto’ya 2014 haziran ayından gelen Elif Barut aynı zamanda denemeler ve hikayeler yazıyor.

elif@nilisilver.com

www.yazarelifelifdiye.blogspot.ca