perili kosk

Borusan Müzesi’ni Gezdiniz mi?

Rumelihisarı’ndaki bu yapının yıllardır önünden geçeriz, Fatih Sultan Mehmet köprüsü açılalı beri de hemen üstünden geçiyoruz, sivri kulesini neredeyse elimizle tutarcasına. Nedir bu metruk yapı diye yıllardır merak ederiz. Bildiğim kadarıyla Perili Köşk denirdi, öyle harap kaderine terkedilmiş durumdaydı ve pek kimse de bilmezdi ne olduğunu. Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda arkadaşlarla okuldan çıkınca hemen önündeki sahile arabayı parkedip manzaraya karşı çok çay içip, yengen yemişizdir.

Meğerse Perili Köşk Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa`nın baş yaveri Yusuf Ziya Paşa’nın köşküymüş.  Yapımına 1910`lu yıllarda başlanmış. Ancak 1914 yılında I. dünya savaşının patlaması ve Osmanlı İmparatorluğu`nun da savaşa girmesi nedeniyle inşaatı yapan ustalar askere alınınca yapı tamamlanamamış. Yusuf Ziya Paşa eşi Nebiye Hanım ve 3 kızı ile birlikte, vefat ettiği tarih olan 1926 yılına kadar köşkte yaşamış. Paşanın ölümünden sonra ailesi ve ailenin sonraki kuşakları 1993 yılına kadar köşkte oturmuşlar, birinci katında ise kiracılar varmış. Yarım kalan inşaat nedeniyle tamamlanamayan ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar yüzünden bina çevrede “Perili Köşk” diye anılmaya başlanmış.

Köşk 2002 yılında Borusan Holding tarafından 25 yıllığına holdingin yönetim merkezi olarak kullanılmak üzere kiralanmış. 2007’de holding binaya taşınmış, 2011’de ise binayı haftaiçi ofis, haftasonu ise müze olacak şekilde ziyarete açmışlar. İşte bu müzeyi son Türkiye ziyaretimizde gezme fırsatı bulduk. Müze öyle bildiğiniz gibi bir müze değil, bir kere adı ‘Borusan Contemporary’. Dikkat etmişsinizdir, son zamanlarda nedense ülkemizde herşeyin adı İngilizce. Kimileri Taksim meydanındaki ‘The Marmara’ oteliyle başladığını söylüyor bu İngilizce özentisinin, son yıllarda ise iyice gemi azıya almış durumda. ‘Contemporary’ Türkçemizde çağdaş demek, bu müzede de çağa özgü eserler sergileniyor, büyük bir galeri demek mümkün.

Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu; resim, heykel, video, enstalasyon, yeni medya, baskı, ışık sanatı ve fotoğraf gibi birçok alandan 600’e yakın yapıt içeriyor. Fotoğrafla ilgilendiğim için ilgimi çeken eserlerden biri Brezilyalı fotoğrafçı Sebastiao Salgado’nun siyah beyaz bir fotoğrafı oldu. Arkasından şimdiki ünlü sinemacımız, öncenin fotoğrafçısı Nuri Bilge Ceylan’ın kendine özgü fotoğraflarını izlemek hoş oldu.

Müzeyi gezerken çalışanların, hatta üst yöneticilerin ofislerine, toplantı odalarına kadar giriyorsunuz, çünkü sergilenen eserler her yerde, duvarda, camda, yerde, tavanda. Neredeyse insanların çekmecelerini karıştıracaksınız. Ama tabii öyle olmuyor çünkü müze turu rehber eşliğinde ve görevlilerin gözü üzerinizde. Turlar en fazla 15 kişilik gruplar halinde İngilizce ve Türkçe olarak yapılıyor. Rehberler çok bilgili, sorularınızı rahatlıkla sorabiliyorsunuz. Burada çalışanlar için işin en zor yanı haftasonu masaları çok temiz bırakmak olsa gerek, pek bana göre degil. Buna karşılık çok özel bir işyerinde çalışıyorlar, her odada, salonda ve koridorlarda özgün sanat eserleriyle içiçeler, bir tarafta da eşsiz boğaz manzarası.  Yani sanatla manzara arasında sıkışmış durumdalar, kötü bir durum değil. Terasta muhteşem bir manzara var, Rumeli Hisarı hemen yanıbaşınızda, Anadolu Hisarı karşınızda, Küçüksu Kasri  onun biraz daha Marmara’ya doğru ilerisinde…

Şimdi 10 katı olan bu müze-ofisi alt kattan merdivenle yukarı katlara doğru yavaş yavaş çıkarak geziyorsunuz, çünkü koridorlar, merdivenler görülmesi gereken onlarca video, ışıklı sesli eserlerle dolu. En üst kata vardığınızda nereye bakacağınızı neyin fotoğrafını cekeceginizi saşırıyorsunuz. Terastan hem Marmara hem Karadeniz yönünde muhteşem bir manzara, Rumeli Hisarı hemen yanıbasınızda, Anadolu Hisarı çapraz karşınızda.

IMG_0822 IMG_0884 IMG_0883 IMG_0879  IMG_0872 IMG_0865 IMG_0859 IMG_0857 IMG_0853 IMG_0848 IMG_0843 IMG_0842   IMG_0839 IMG_0887

Buraya varana kadar birçok eserle sanat size eşlik etmişti, burada da yalnız bırakmıyor. Bu geniş terasta Andrew Rogers’ın Unfurling adlı heykeli sizi karşılıyor. Bir yelkenin rüzgarda açılışı gibi, metal kumaşa dönüşmüş gibi sanki rüzgarla dalgalanıyor.

Terasın üstünde küçük teras var ve oraya çıktığınız zaman yıllardır aşağıdan gördüğümüz o minik sivri kuleye varıyoruz. Yazının başından beri kule dediğim şeyin aslında doğru adı ‘cihannüma’. Bu Osmanlıca sözcüğün Türkçesi ‘cihan görüntüsü’, açıklaması ise şöyle ‘Osmanlı mimarisinde genellikle kule biçiminde her tarafı camlı bir oda’.  Zevk sahibi Borusan yöneticileri bu minicik odanın içine sadece iki koltuk bir de espresso makinesi koymuşlar. Istanbul’un en güzel manzarası, kahveniz ve muhabbet, başka birşeye gerek varmı? Binanın bir işyeri olduğunu unutmayalım, burada keyifle yapacağınız bir toplanti belki de Dubai’nin en yeni gökdelenindeki firmanin alamadigi iş bağlantısını getirebilir.

Turun başlamasını beklerken ya da turdan sonra alt terasta Müze Cafe’de bir çay içmeyi, birşeyler atıştırmayı unutmayın. Manzaradanmıdır nedir bilmiyorum ama burada içtiğim çayın tadını unutamıyorum. Burada oturup çayınızı, içkinizi boğazdan geçen gemilerin, karşı kıyının seyrine bakarak içmeye doyum olmuyor.

Sanıyorum bir sonraki İstanbul ziyaretinizde Borusan Müzesi’ni deneyimlenecekler listesine aldınız bile.

Uluç Özgüven

Kaynakca:

http://ozguven.info/blog
https://twitter.com/uozguven

Uyarı: Bu yazının her hakki yazarına aittir, Yazarın izni olmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Uluç Özgüven, Avus­turya Lisesi’ni ve Boğa­ziçi Üniversitesi’ni bitirdi. ABD’deki öğre­nim ve çalışma haya­tın­dan sonra Türkiye’ye döne­rek mes­leği olan bil­gi­sa­yar mühen­dis­li­ğine devam etti. Sanat ve kül­türe meraklıdır. Türkiye’nin nere­deyse tama­mını, Avrupa’nın ve ABD’nin belli başlı şehir­le­rini gezip, fotoğ­raf­ladı. Fotoğ­raf­ları ve röpor­taj­ları Turizm Bakan­lığı yayın­la­rında, Vizon Der­gisi ve THY Sky­life Der­gi­sinde yayın­landı. Kanada’nın yerel gaze­te­le­rinde, Almanca ve İngilizce’den yap­tığı öykü çevi­ri­leri, haber­leri, yerel TV kanal­la­rinda haber ve ropör­taj­ları yayınlandı.