Dil Devrimi
Geçen yazımda Harf Devrimi’ni ele almış olduğumdan kardeş bir konu olan Dil Devrimi üzerinde durmak, hele bugünün ortamında kaçınılmaz oldu.
Türk dilinde reform yapma fikri çok gerilere gidiyorsa da, asıl Dil Devrimi Cumhuriyet devrinde, Atatürk’ün gayretleriyle gerçekleştirilebilmiştir.
Bu konuya eğilmeden önce Türk dilinin tarihi ve gelişimi üzerine kısa bir göz atmak yararlı olacaktır.
Türkçe’nin başlangıç dili sayılan Göktürkçe’yi (Köktürkçe), ilk önce VIII yüzyıl Orhun anıtlarında bulunan Göktürk (Köktürk) yazıtlarında görüyoruz. Daha sonra Türkçe, İranî bir dilden alınan Uygur alfabesi ile yazılmıştır.
Orta Asya’da göçebe bir hayat süren Türklerin dili daha çok günlük yaşamın gerektirdiği kelimelerden oluşuyordu. Onların yazılı değil daha çok sözlü bir edebiyatları vardı.
Örneğin, XV-XVI. yüzyılda sözlü gelenekten yazıya geçirilmiş olan Dede Korkut hikâyelerinin süslü olmayan yalın bir dili vardır. Örneğin:
“İkisi atlandılar, meydana çıkdılar, at deptiler: Beyrek atı kızın atını geçdi. Ok atdılar, Beyrek kızın okun yardı (geride bıraktı).
Kız aydur: Mere yiğit menim atımı kimse geçtiği yok, okumu kimse yarduğu yok. İmdi Bey yigit senin ile güreş tutalım dedi.
Hemen Beyrek atdan indi, karvaşdılar. İki pehlevan olup birbirine sarmaşdılar. Beyrek götürür kızı yere urmak ister, kız götürür Byreği yere urmak ister.” (Gökyay, s. 36; Ergin, s. 60).
Ön Asya’ya doğru ilerleyen Türkler, burada yerleşik kültürlerle ve özellikle de İran’ın gelişmiş dil ve edebiyatı ile karşılaştılar. Dillerinde bulunmayan yeni kavramları, Farsça’dan ve sonra Arapça’dan ödünç aldıkları kelimelerle karşıladılar. Hatta bir ara Farsça Selçuklu Sarayı’nda resmi dil olarak kullanılmaya başlandı. Böylece Türkçe kaybolma tehlikesi bile geçirmiş ve Konya’da Karamanoğlu Mehmet Bey’in azimli gayreti ile kurtulabilmişti. (Timurtaş, s. 266).
Türkler özellikle İran edebiyatını örnek olarak aldılar ve şiir yazmak için daha evvel kullandıkları hece vezni yerine aruz ölçüsünü kullanmaya başladılar. Fakat burada aşılması olanaksız bir durum ile karşılaştılar. Aruz ölçüsü, kısa ve uzun ses hecelerinden yapılmış kalıplardan oluşur. Örneğin herhalde herkesin işittiği fâ’ilâtün (- ∙ – -) kalıbı, üç uzun ve bir kısa heceden oluşur. Gelgelelim, Türkçe’de hiç mi, hiç uzun ünlü/hece yoktur! Eğer bir kelime uzun ünlülü ise kesinlikle Türkçe kökenli değildir. Türkçe’de ‘ak’ deriz, ‘’kara’ deriz ve bunlar hep kısa ünlülerden oluşan kelimelerdir. Fakat, Farsça’nın, ‘beyâz’ ‘siyâh’ (∙ -) kelimeleri bir kısa ve bir uzun hecelidir. Onun için, Türkçe’de ‘ak’ ve kara’ kelimeleri varken, bunların aruz’da kullanılmaları güç olduğundan yerlerine Farsça, ‘beyâz’ ‘siyâh’ kelimeleri kullanılmaya başlandı.
Ama bu ‘ak, kara’ kelimeleri ile şiir söylenemez mi ? Elbette söylenir. Karacaoğlan, hece ölçüsü ile bakınız nasıl lirik, dokunaklı bir şiir söyleyebilmiş:
Bana kara diyen dilber / Kaşların kara değil mi ?
Yüzünü güldüren gelin / Gözlerin kara değil mi ?
Bu halk şiirinin güzel bir türküsü de vardır ! Aşağıya çıkardığımız notasında bu şiirin geri kalan bir kısmı ve diğer kara’lı, ak’lı sözler görülmektedir (Başgöz, s. 77-8).
İran’lılar gibi aruz ölçüsü ile şiir yazmak için uzun ve kısa heceli Farsça ve Arapça kelimeleri kullanmaktan başka bir çare yoktu. İşte Osmanlıca denilen ve üç dilin (Türkçe, Farsça, Arapça) karışımından oluşan, bu bir nevi esperanto dilinin ortaya çıkış sebeplerinden biri. Önceleri kısıtlı sayıda Arapça, Farsça kelimeler Türkçe’ye girdiği halde, 16. ve 17. yılda bu kelimelerin sayısı çok daha fazla arttı. Neredeyse artık Farsça, Arapça bilmeden bu edebiyatı anlamak imkânsız oldu. Zaten o zamanın aydınları Farsça, Arapça’yı biliyor ve hatta Türkçe’nin yanısıra Farsça, Arapça divanları bulunuyordu. Aşırı bir örnek vermek gerekirse, işte 16. yüzyılın ünlü şairi Bâkî’nin Kanunî Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı mersiye’nin ilk beyti:
Ey pây-bend-i dâm geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng
(Ey şöhret ve utanma kaydının tuzağına yakalanmış olan kimse! Bu kararsız dünyanın işleriyle uğraşmak arzusu ne kadar zaman sürecek?). (Timurtaş, s. 224-6).
Yukardaki şiirde yalnız ‘ey’ kelimesinin Türkçe olabileceğinin altını çizelim. Sırası gelmişken, siyasal sebeplerle, Osmanlıca’yı diriltmeye çalışanlar acaba yukardaki örneği sökebilirler mi ?
Böylece, biri halkın konuştuğu dille yazan bir halk edebiyatı, diğeri ise yalnızca yazılı dilin kullanıldığı (çünkü günlük yaşamda kimse bu dille konuşmuyordu) bir divan edebiyatı oluştu.
Besteciler de, aruz’un kısa ve uzun hecelerinin, parçanın uzun ve kısa vuruşlardan oluşun ölçüsüne denk geldiği için aruz ölçüsü ile yazılmış şiirleri yeğlediler.
Aşağıya, Rahmi Bey’in, ünlü şair Nedîm’in, mef’ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün (–./.–./.–./.–) ölçüsünde yazılmış şiiri üzerine bestelenmiş 10/8’lik Curcuna ölçüsündeki (10/16: ♪.♪(düüm) – ♪ (te) – ♪. (kâ))* şarkısını koyduk (Mazıoğlu, s. 186-7 ; Dilçin, s. 21).
* Bilgisayarımda sekizlik notasını bulamadığımdan, onaltılık (♪) ile yazdım.
Dr. İlhami Gökçen
Dr. İlhami Gökçen: Kilis, Türkiye doğumludur. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldu. A.B.D ve Kanada’da Çocuk ve Erginlik Psikiyatrisi uzmanlığını elde etti. Özellikle Toronto’da kendi alanında 2013 yılında emekli oluncaya kadar çalıştı. Kurmuş olduğu Toronto Klasik Türk Musikisi Topluluğu, 1986’danberi etkinliğini sürdürmektedir. Türk Musikisi üzerine yayınlanmış 4 kitap ve birçok makaleleri vardır. Bu konuda çalışmaları devam etmektedir. Türkçe, İngilizce ve Fransızca bilmektedir. Timur ve Dafne adlı yetişmiş iki çocuk babasıdır.
Kaynaklar:
Gökyay, Orhan Şaik. Dedem Korkudun Kitabı. İstanbul: Başbakanlık Kültür Yayınları, 1973.
Ergin, Muharrem. Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Devlet Kitapları, 1071.
Timurtaş, Faruk Kadri. “Tarih boyunca Türkçecilik Cereyanı”, Makaleler. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1997, s. 266.
Timurtaş, Faruk K. Bakî Divanı’ndan Seçmeler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987, s. 38-9.
Başgöz, İlhan. Karacaoğlan. Cem Yayınevi, 1984, s. 77-8.
Mazıoğlu, Hasibe. Nedim. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988, s.186.
Dilçin, Cem. Türk Şiir Bilgisi. Ankara: Türk Dil Kurumu, 2000.
TRT Müzik Dairesi Yayınları.
Türk Musikisi Klasikleri, Türk Musikisini Araştırma ve Değerlendirme Komisyonu (Başkan: Dr. Nevzat Atlığ), Cilt I, Fasikül 5, 1971.