snyakn

Sunay Akın ile Sohbet

Sevgili Sunay Akın, sizi yine burada ağırlıyor olabilmek ne güzel, sizi özledik! Çok çalışıyorsunuz, çok geziyorsunuz.. Normalde nasıl geçiyor herhangi bir gününüz? Müzeniz, gösterileriniz ve seyahatlerinizin haricinde kendinize nasıl vakit ayırıyorsunuz?

Benim hiçbir günüm bir ötekine benzemediği için ‘normal’ bir günüm yok. Çünkü normal sözcüğü belli bir rutin, belli bir uyum içerisinde olan bir hayatta söz konusu olabilir. Kimi zaman gösteri için bir kentteyim, yurt içi ya da yurt dışı seyahati olabilir, kimi zaman da İstanbul’da olduğum zaman bir etkinlikteyim, bazı zamanlarda da müzedeyim. Müzede olduğum zaman mutlaka günde 2-3 randevum oluyor, bu randevular genellikle lisans ya da lisansüstü öğrencilere yardımcı olmak amacıyla yaptığım görüşmeler. Günün yarısı tabii öyle geçiyor, bunun yanı sıra yazılı ya da görsel, televizyon kanalları icin röportajlarım oluyor. Bu arada mutlaka müzeye koyacağım yeni bir oyuncak oluyor, ya da müzede değiştirmem gereken bazı bölümler, galeriler oluyor, çünkü müze organik bir yapı olmalı, kendini yenileyebilmeli. O değişiklikleri yapmak için çalışıyorum. Kurduğum yeni müzeler de var ayrıca, onların da üzerinde çalışıyorum.. Yani günüm hep dolu dolu geçiyor.. Gösterim olduğu zaman ise, mutlaka gittiğim kentte o gün gösteriden önce bir okula ya da bir sivil toplum örgütüne uğruyorum. Kendime ayıracak pek zamanım yok çünkü ben kendimi yangın yerinde bir itfaiye arabası olarak görüyorum. Türkiye ne yazık ki bir yangın yeri ve zaten kendine aydın diyen bir insanın illaki sanatla uğraşması gerekmiyor, böyle bir dönemde itfaiye arabası özelliği varsa garajda duramaz, durmamalı.. O yüzden yoğun sözcüğü beni anlatmıyor..

Hobilerinizi işe dönüştürdünüz o zaman..

Benim hayat boyunca hiç hobim olmadı. Çünkü ben sadece yapmak istediklerimi yaptım, ben hep olmak istediğim yerde oldum. Bence ‘hobi’ yapmak istediklerini yapamayan insanlar için bir tanımlama. Bedeli vardır tabii ama tercih meselesi, bu noktada vazgeçmeyen herkes başarır, hangi alanda olursa olsun, ama kolay değil. Çünkü bizde çok farklı bir toplumun, yakın çevrenin ve ailenin yoğun baskıları var. Bizde doğan bir insan bizim tarafımızdan bir model olarak belirleniyor zaten. Onu kırmak hiç kolay değil, zaten toplum başlı başına bir sorun sırf bu yüzden. Hele ki sanatla uğraşacaksan.. Hiç bir zaman destek göremezsin, kösteklere de alışıp kendi ayaklarının üstünde durmaya çalışacaksın, başka şansın yok, ama yeteneği olan başarıyor. Ben yeteneğe bağlıyorum bunu..

Yetenek ve azim de tabii..

Yetenek azmi doğurur.. Varsa zaten sende o iç ses, yetenek içselle konuşur, senin içindedir ve seninle konuşur.. Yetenek sana ayağa kalk der, kendine güvendir.. Sen bir şiir, bir yazı yazıyorken o sana bu yaptığının en iyisidir der, sakin vazgeçme der.. O gücü, çalışma gücünü ondan alırsın.. Yoksa gerçekten çalışıp, yeteneği olmadığı için hiçbir şey yapamayan o kadar çok insan tanıdım ki ben.. Iyi niyetliler, ama yetenekleri yok, fakat çalışıyorlar, ama olmuyor. Sonuçta yumurta geliyor esere dayanıyor.. Sanatta önemli olan eserdir, bir eser koyacaksın ortaya..

Belgin Hanım, nasıl bir duygu Sunay Akın’ın eşi olmak?

Biz 18 yasından beri birlikteyiz, o yüzden Sunay Akın’ın eşi olmak diye bir şey benim için söz konusu değil. Yani biz birlikteyken Sunay Sunay’dı ben de Belgin’dim, üniversitedeydik zaten ikimizde, o yüzden Sunay Akın’ın eşi olmak diye bir kavram yok benim için.. Ama çok güzel bir hayatımız olduğunu düşünüyorum, çünkü Sunay’ın da dediği gibi, istediklerini yapabilmiş, başarılı olmuş bir insanla birlikte olmak çok güzel bir şey. Ayrıca ben de çok saygı duyuyorum yaptıklarına, benim için de çok önemli yaptıkları, duruşu, Türkiye’ye kattıkları, ülkemizi dert etmesi, bunun için çalışması. Bunlar çok önemli şeyler, o yüzden elimden geldiği kadar destek olmaya çalışıyorum.. Bize de yapacak başka bir şey kalmıyor.. 🙂

(Sunay Akın ekliyor)

Hayatın hangi alanında olursa olsun, bir insan hayat arkadaşını, birlikte olacağı insanı, eşini çok dikkatli ve doğru seçmeli.. Çünkü eş insanı vezir de eder, rezil de eder. Başarıya gideceksen zaten tek başına böyle bir yol yok.. Buna çocuklar da dahil.. Çocuklarınız da gerçekten sizi anlayan size manevi destek veren bireylerse hele, giderek güçlenirsiniz.. Sonra arkadaşlarınızı da doğru seçeceksiniz.. Arkadaşlarınız da etrafınızda gerçekten sizin dünyanızda, sizi takdir eden, sizi anlayan insanlar olacak. Varsa bunların hepsi, size zaman içinde geri dönüyor zaten. Birbirimizi tanımamız yetmez; çocuklarımız, etrafımız, ailemiz, arkadaşlarımız bunların hepsi bir bütün. Hepsi bir insanı mutlu sona, daha doğrusu – başarı sözcüğünü sevmiyorum ama – yaptıklarında hayal ettiği yerlere bunlar taşıyor.. Ve bunları sen seçiyorsun. Ama burada hiçbir şey düzgün olmuyor, bu böyle pürüzsüz bir yol değil. Ama yapıcı şekilde yürüyeceksin ve her şeyin temeli sevgi; sevgi olacak ve sevgiye inanacaksın. Kötü sana kötü gelse bile seveceksin, çünkü kötü diye bir şey yok. Kötüyü kötü olarak görürsen orada kalırsın zaten. O seni açmaza, sıkıntıya, bunalıma, yılgınlığa, bıkkınlığa getirir. Mutsuzluğa götürür. Çünkü biz bir satranç oyunu içindeyiz.. Seni zorlayacak her hamle aslında senin daha iyi olman içindir. Karşındaki her zor gördüğün hamle ve sıkışmış durum, aslında seni daha doğru hamleye taşır. Yeter ki düşün, yeter ki aklını kullan. Sözüm gençlere.. Hayatı böyle görün.. Yoksa Mustafa Kemal Atatürk çoktan bırakırdı.. 1918 yılında trenle İstanbul’a geldiğinde, Haydarpaşa Garı merdivenlerinden işgal güçlerinin donanma gemilerini gördü ve “Geldikleri gibi giderler” dedi. Oysa İstanbul’da her şey çok normal gözüküyordu. İstanbul basınında işgal diye bir kavram yoktu. Herkes memnundu ama O bir hayal gördü ve asla vazgeçmedi! Az önce saydığım gibi eşi – çocukları da yoktu yanında, ama bütün çocukları kendi çocukları olarak gördü ve öyle başardı. Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir. İşin özü bu!