cenk-sayin1-medium

Cenk Sayın’ın Açılış Konuşması

Değerli Dostlar,

Turkish Society of Canada olarak kurulduğumuz günden beri, dernek statümüzü belirleyen tüzüğümüze uygun ve tarafsız bir şekilde toplumumuza hizmet ettik, ama taraf olduğumuz ve taraf olmaktan hiç bir zaman vazgeçmeyeceğimiz temel bir ilkemiz var, şartlar ve baskılar ne olursa olsun, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmek, Atatürk’ü ve en büyük eseri olan Cumhuriyet aydınlanmasını etkinliklerimizde gücümüz ve nefesimiz yettiğince anlatabilmek.

Bizler Anma programlarımızda her yıl belli konulara dikkatinizi çekmeye çalışıyoruz, bu yılki konu başlığımız, “Başkumandan kime denir ?”

Başkumandan olmaya hak kazanmak için yıllarca askeri okullarda okuyup dirsek çürüterek en başarılılar arasında mezun olmak yetmez…Takibinde vatan uğruna yıllarca bir cepheden diğerine, Suriye’den Arnavutluğa, Libya’dan, Çanakkale’ye, Sakarya’dan Afyon’a kadar onlarca cephede ve askerine güç vermek için onlarla beraber cephenin bizzat içinde bulunmak yetmez. Daha genç bir subayken çöllerde aylarca kumlu su içmekten harab ettiği böbrekleri başta olmak üzere, ömür boyunca arazlarını çekeceği hastalıkları ve bu hastalıkların ilerdeki ömründen yiyeğini dert etmeyerek vatan uğruna çarpışmak yetmez. Hatta Libya çöllerinde bir taarruzda göğüs göğüse çarpışırken tek gözünü vatana feda etmekte yetmez.

Bütün bu saydıklarımın yanında, Başkumandanlığı mevki olarak haketmek için engin askeri bilgisi ve deha düzeyindeki öngörüsüyle Çanakkale’yi geçilmez kılan kişi olmak gerekir. Çanakkale’yi geçilmez kıldıktan sonra “Truva’lı Hektor’un öcünü aldık” diyecek kadar tarihi derinden bilmek gerekir, Çanakkale’de Mehmetlerimizle göğüs göğüse yatan Anzakların gözü yaşlı analarına “Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır” diyecek engin bir yüreğe sahip olmak gerekir. Ömrünün büyük kısmı savaş meydanlarında geçtiği halde,

“bir ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir” diyecek kadar hümanist olmak gerekir. Sakarya’da asker geri çekilmeye başlayınca morali düşen komutanlara “moralinizi bozmayınız, savunma tek bir hat üzerinde olmaz, çok daha geniş bir alanı savunmak gerekir, o alan ise tüm vatandır” diyerek azim veren kişi olmak gerekir. Saltanatını sürdürebilmek uğruna halkını ve ülkesini düşman çizmesi altında ezdiren sarayın emriyle, tüm rütbeleri geri alınıp hakkında idam kararı verilmiş olmasını hiçe sayarak yokluklardan yola çıkıp baştan varettiği ve özgürlük ruhunu aşıladığı bir orduya Kocatepe’de verdiği taarruz emriyle İngilizlerin 6 ayda geçilemez dedikleri savunma hatlarını 6 saatte aşıp, 9 günde 450 kilometre yol katederek vardığı İzmir’de kurtuluşu taçlandıran lider olmak gerekir.

Ancak, tüm bunlar Başkumandanlığı makam olarak haketmek için gerekir, ama gönüllerdeki tek ve gerçek Başkumandan olmak için bunun da ötesi gereklidir ; Memleketinde yaşayan insanları, din, mezhep, bölge, köken olarak ayırmadan, bizler ve onlar demeden ortak payda olan vatandaşlık bağıyla birbirine bağlayacak düzeyde vatanına ve milletine aşık olmak gerekir, sarayın kendisine sakladığı gücü, hükümranlığı, zenginliği, sanatı, onların tekelinden alıp Cumhuriyet adını vererek halkına dağıtmak gerekir. Bunu yaparken saray artıklarının sadece hayattayken değil, bedenen bu dünyadan ayrıldıktan sonra da arkasından her türlü iftirayı atacaklarını göze almak gerekir. Sofrasına oturan kişinin yüzüne karşı söylediği en acımasız eleştirileri kaldıracak ve sofrada gerginliğin artmaması için o kişiyi sofrasından kaldırmak yerine kendisi nazikçe sofradan ayrılacak kadar demokrat ve hatta bu kişiyi, bilgisinden dolayı ilerde bakan yapacak kadar da adil olmak gerekir.

Ömrünü bilginin, bilimin ve aklın ışığında, halkını eğitmeye adamak, alınterinin kutsallığını öğretmek gerekir. Sağlam bir karakterin, erdemlerin en üstünü olduğunu göstermek gerekir. Gönüllerin Başkumandanı olmak için herşeyin başında cehaletle ölümüne savaşmak gerekir. Yani Atatürk olmak gerekir…

Değerli Dostlar,

Atatürk aydınlanması demek, bilim demektir, ümit demektir, şartlar ne olursa olsun ideallerden vazgeçmemek demektir…Sağlam Karakter, Özgüven, Cesaret demektir…

Gerçek aydınlık bilgidir ve ümidimiz odur ki hepimiz çocuklarımıza, gençlerimize, zamandan ve mekandan bağımsız olan Atatürk Aydınlanmasının, kendilerine dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar katabileceği kazanımları hiç vazgeçmeden anlatalım ki, cehaletin hükmettiği karanlık odalarda sahte ışık veren ampullerin gölge oyunlarına kanmasınlar, yüzlerini her zaman bilginin ışığına dönsünler.

Aramızdan sadece beden olarak ayrılışının 78. Yılında yaşam pusulamız olan Atamız’ı her zamankinden daha fazla hasretle anıyoruz.