Emeklilerin Özlemi
İnsan hayatının en azından yirmi yılı kariyer için geçmekte olup, asıl yaşam maratonu bundan sonra başlıyor. Çalışma-İş-yaşam mücadelesi, eş seçmek, ana baba olmak sorumlulukları tüm bu koşuşma yoğun bir tempoda devam ediyor. İnsanın, yaşamını kurup ilerletmesi sadece maddi refah ve konfor olmayıp, yaşam görüş ve ve düşüncelerinin de buna paralel olarak ilerlemesi gerek. Bunlarla birlikte olgun ve erdemli insan olabilmekle yaşam daha da anlamlı olur. Hele bir de kendini mutlu etme fırsatı bulabilirse ne mutlu o kişiye. Zaman durmuyor, derken emekliliğin ayak sesleri duyulmağa başlar. Nedense emeklilik yanlış algılanıyor. Çoğunlukla emekliliğe yakın insanlarda bir tedirginlik başlar. Emekli olmak ne cam kenarlarında oturup duygusal fırtınalara kapılmak, ne de kahvehanelerde zaman öldürmektir. Emekli olmak hayattan emekli olmak değildir, tam tersi hayata sarılıp kazanmış olduğumuz deneyimleri kullanmak, paylaşmaktır. Emekli olmağa hazırlandığım sıralarda Richard Nelson Bolles’in What Color Is Your Parachute isimli kitabını okumuştum. Bolles’in bu kitabında emekli adaylarına verdiği önerileri çok ilginç bulmuş ve beğenmiştim de. Emekliliğin benim için en cazip tarafı zamanı istediginiz gibi özgürce, keyfinize göre kullanabilmektir. Çalışırken yapmaya zaman bulamadığımız projelerimizi uygulamak, kitap okumak, muzik, gönüllü çalışarak başkalarına yardım etmek v.s… Bu etkinlikler içinde günlerimizi tadıyla, tuzuyla yaşamaktır. Bu yazımda tüm bu etkinliklerin en güzeli olan seyahatlerden ve bir iki anımdan söz etmek istiyorum.
Genç yaşta anayurtlarından ayrılıp, dünyanın dört bir köşesinde yaşayan göçmenlerin müşterek özlemi tekrar doğup büyüdükleri vatanlarına dönmektir. Gerçi her yıl olmasa da iki üç yıl aralarla ailemizi, yakınlarımızı ziyaret amacıyla o yolları bizler de epeyi gidip geldik. İki üç hafta yetmiyor, rüya gibi gelip geçiyordu…Artık emekliyiz zamanımız var. Belki temelli dönüş imkansız, çünkü ailenin bir kısmı çocuklar, torunlar var Kanada’da yaşayan. Vatanımdan bu ülkeye göçmen olarak geldiğimden beri, annemi, babamı, kardeşlerimi, tüm akraba ve yakınlarımı bırakıp geldiğim için kendimi çok suçladım. Kendi çektiğim hasretten çok onların benim için çektikleri hasret yüzünden kendimi asla affedemiyorum. Şimdi dört beş ay gittiğim de yine aynı duygulara kapılıp, bu kez de çocuklarıma, torunlarıma haksızlık yaptığımı düşünüyor, üzülüyorum. İki vatanlı olmanın bedeli kolay değil…