Bu Dünyadan Kazım Koyuncu Geçti
Onun sesini ilk kez 90’ların başında duymuş olmalıyım. Dikkatimi çeken şey şarkılarının o güne kadar duymadığım Lazca dilinde oluşuydu. Ilk kez bir Türk genci, Karadeniz yöresinin halk türkülerini özgün diliyle ve günümüz enstrümanlarıyla rock tarzında yorumluyordu. Daha sonra Hopa’lı olduğunu öğrendim, eniştemin ve eşimin ailesinin de Arhavi’li olması Kazım’la sanki ortak yanımız oldu. Hopa ve Arhavi, Artvin’in birbirine yakın iki ilçesi, aynı yöre, aynı kültür.
Onu tanıdıkça beni daha da çeken yanı bir hayat görüşü, felsefesinin oluşuydu, bir de kendine özgü tınısıyla o muhteşem sesi tabii. Onu tanıdıkça farkına varıyordum, kendi düşüncelerimle tamamen örtüşen bir mesajı vardı, bugün söylenip yarın unutulacak türden ‘pop’ şarkılar değildiler. İlerici, hümanist, devrimci bir gençti.
“Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopan fırtınalara, birgün boğulacağımız denizlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişot’lara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’lara, yollara, yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, herşeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük: Savaşlar, katliamlar, ölen, öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kültürünü, kendisini kaybeden insanlar ve topluluklar gördük. Yanan kentler, köyler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, hergün bu sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama herşeye rağmen bu dünyada şarkılar söyleyebildik. Teşekkürler dünya..”
Bu sözler Kazım’ın yaşam felsefesini özetliyor, daha fazla söze gerek varmı diyecektim ama biraz daha anlatmaya calışayım.