Kenarbel'e Gelin Geldi
Aylar geçer, ilkbahar ve nihayet yaz gelir. Nuran hanım artık yöreye, adetlerine ve yiyeceklerine iyice alışmıştır. Köy halkının büyük kısmı hayvanlarıyla birlikte civardaki mecralara taşınırlar. Nuran hanım köyde kalan hanımlarla yakındaki tarlalara giderler, kazları güderler. Ankara’nın kömür tozlu havası yerine temiz yayla havası ile ciğerlerini doldurur. Köy hanımları Ağustos ayının (1950) son günlerinde doğum yapacağını tahmin ederler. Karnı iyice şişmiştir. 23 Ağustos günü sabahı evin yakınındaki tuvalete gitmek için dışarı çıkar. Küçük bir hendeği geçmek isterken elbisesinin eteği açılmaz ve yana düşer. Önemli bir kaza olmadığını düşünerek doğrulur. Ancak ayağa kalktığında karnındaki bebeğin yerini değiştirdiğini fark eder. Akşama doğru doğum sancıları başlar. Hemen karakola haber gönderilir ve teğmen atın üzerinde kan-ter içinde gelir. Hanim elleri belinde odanın içinde ileri-geri yürümeye başlar. Sancılar durunca biraz uyumak için uzanır. Anında sancılar tekrar başlar. Hayvanlar yaylada olduğu için ahır boştur. Muhtarın gelininin yardımı ile ahırda gidip gelirler. Ahırın kokusu, yerdeki pislik, sinekler ve bitmeyen sancılar Nuran hanımı iyice perişan eder. Sabah köyde kalan diğer bir hanım ve gümrük memurunun eşi gelir. Fakat onlarından da dua etmekten başka yapacakları bir şey yoktur.
Akşama doğru sancılar daha da artar. Teğmen dışarıda çaresiz bekler. Köyün yaşlıları ve muhtar teğmene destek olmaya çalışırlar. Sürekli olarak “Allahtan ümit kesilmeyeceğini” hatırlatırlar. Eşinin ve bebeğin sağlimen kurtulması için bir kaç ay önce satın aldığı koyunu adamaya söz verir. Doğum için peynir tenekelerinin depolandığı oda boşaltılır. Yere kilimler serilir. Bir köşeye leğen içinde su konur. Diğer köşede de hanımları uyanık tutmak için sürekli çay kaynar. İlk sancıların başlamasından yaklaşık 20 saat geçer. Nuran hanım artık yarı baygın haldedir, ayağa kalkacak hali bile yoktur. Sancılarına rağmen uyumak ister. Kadınlar yüzünü yıkayarak uyanık tutmaya çalışırlar. Küçük kardeşi Leyla’nın fotoğrafını ister, yanına koydurur. Ona bakıp için-için ağlar. Hanımlar elleri ile bebeğin kafasını aşağı getirmeye çalışırlar ama nafile. Kendi aralarında annenin de bebeğin de kurtulamayacağını söylerler. Nuran hanım bunu duyunca eşini yanına çağırtır, helalleşmek ister. “Ölürsem beni buralarda bırakma” diye vasiyet eder. Genç teğmen onu teselli eder ama dışarıya çıkınca bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağlar. “Nedir bu başıma gelenler” diye düşünür. 24 yıllık kısa hayatında çekmediği kalmamıştır. Nihayet çok sevdiği eşi ve doğacak çocuğu ile mutlu bir gelecek ümit ederken her ikisini de gözlerinin önünde kaybetmektedir. Yanına gelen muhtara etraftaki çocukları göstererek anne-babalarının ne kadar şanslı olduklarını söyler. Muhtar moralini bozmak istemez ama “Teğmenim, bizim neden bu kadar çok çocuk sahibi olduğumuzu sanıyorsun? Bunlar senin görebildiklerin, göremediklerin köyün mezarlığındadır” der.
Son çare olarak hanımlardan biri Nuran hanımı bir kilim içinde sallamayı önerir. Kalın ve büyükçe bir kilim getirilir. Dört ucundan hanımlar tutar ve hızla sallarlar. Değişen bir şey olmaz. “Ya Allah” diyip tekrarlar. Tam ümitler kaybolurken Nuran Hanım bebeğin kafasının aşağıya döndüğünü hisseder. Derhal yere yatırılır. Ancak yorgunluktan karın kaslarını bastırıp bebeği itecek hali kalmamıştır. Gece saat 11’e yaklaşır. İki hanım kollarından tutarak dizlerinin üzerine kaldırırlar. Bacaklarının arasına teğmenin kaputunu koyarlar. Teğmen içeriye çağrılır. Eşini arkasından tutarak sağa sallamaya başlar ve aniden bebek kaputun üstüne düşer. Nuran hanım baygın şekilde yere yatırılır. Dikkatler bebeğe döner. Hanımlardan en tecrübelisi bebeği yüzü koyun vaziyette tutup sırtına birkaç defa vurur. Ağzından boşalan pis suyun haricinde bir yaşam belirtisi yoktur. Derhal leğendeki soğuk suya bebek birkaç defa daldırılır. Bebek sanki kalbine elektrik şoku verilmiş gibi ayılır ve ağlamaya başlar. Bebek ve annesi hayata döndüğü için başta Teğmen olmak üzere odadakilerin hepsi sevinç çığlıkları atarlar. Ertesi sabah köylüler davul zurna çalarak doğumu kutlarlar. Teğmen de koyununu kestirip köylüye dağıtır ve adağını yerine getirir. O geceki soğuk su banyosu dolayısıyla bebek aylarca kulak ve karın ağrısı çeker ve ağlar. Nihayet yaklaşık 3 ay sonra Kars’da bir çocuk doktorunun verdiği ilaçlar ve kulağına damlatılan gliserin damlasıyla bebeğin de sağlığı normale döner.
2003 yılında 17 yasındaki küçük oğlumu Kurtuluş Savaşımızın önemli şehirlerini ve doğduğum Kenarbel köyünü göstermek için Türkiye’ye götürdüm. Samsun, Amasya, Sivas ve Erzurum’dan sonra Kars üzerinden Kenarbel’e vardık. Şans eseri muhtarın oğlu (Durmuş Sözbir) ve gelini (Hediye hanım) da yaz aylarını geçirmek için Gebze’den köye gelmişler. Beni ve oğlumu doğduğum eve götürdüler. Doğduğum odaya yapılan eklemenin dışında evde bir değişiklik olmamış. Doğumumu defalarca annemden dinlemiştim, bir sefer de Hediye hanımdan dinledim. Gördüklerim beni fazla şaşırtmadı ama çok heyecanlandırdı. 53 sene önce anne-babama gösterilen misafirperverlik birkaç saatliğine ben ve oğluma da gösterildi. Hediye hanımın ikram ettiği çay, kaşar peyniri ve pideyi doğduğum odanın önünde yedikten sonra vefakar insanların güzel köyü Kenarbel’den ayrıldık Bu gezi benim ve oğlum için unutulmayacak bir hatıra oldu.