CeydaKedi

Röportaj: Kedi

 

foto kredi: Selçuk Şamiloğlu

Yönetmenliğini Ceyda Torun’un üstlendiği Kedi filmi 17 Şubat 2017 tarihinde Toronto’da, Hot Docs Ted Rogers Sineması’nda izleyicileriyle buluştu. Etkileyici sinematografisi ve sempatik yaklaşımıyla belgesel niteliğinde olan bu film, karakterleri birbirinden farklı yedi kedinin İstanbul’da geçen hayatlarını şiirsel bir dille anlatırken, İstanbul’un zengin ruhunu özleyenlerin hasretini giderdi, bilmeyenlere de güzelliklerini gösterdi. Torontolu serbest gazeteci Daniela Ponce ise California’da yaşamakta olan Ceyda Torun ile röportaj yapabilmemiz için ayarladığı telekonferansla bize destek oldu.

Böyle bir film yapmak aklınıza nereden geldi?

Bundan iki buçuk sene önce, eşim Charlie (görüntü yönetmeni) ile bir yapım şirketi kurduk ve aklımızda birkaç film projesi vardı, bunlardan biri de belgesel filmi çekmekti. Ben on bir yaşımdan beri yurtdışında yaşadığım için, sokak kedilerinin varlığını hep özlerdim. Hakkında tutkulu hissettiğim İstanbul’u ve sokak kedilerini konu almak istedik ve ortaya böyle bir film çıktı..

Neden mesela kopek değil de, kedi?

Çocukluğumda kedilerle olan haşir neşirliğimin büyük etkisi var bunda, tabii. Ben altı yaşımdayken ismini Boncuk koyduğum bir sokak kedim vardı. O zamanlar İstanbul’da, Caddebostan’da oturuyorduk. Evimizin arka bahçesinde Boncuk‘un bir suru yavrusu oldu. Doğdukları günden, yuvadan ayrılana kadar hepsine baktım. Aralarında hasta olanlar oldu, ölü doğanlar oldu. Onların hayatlarıyla iç içe olmamın bende bıraktığı etkisi çok büyük. Bir de kedi çok çekici bir hayvan, kimseye muhtaç olmadan kendisine bakabiliyor en başta. Şehirle de barışık, şehrin keşmekeşliğine rahatlıkla ayak uydurabiliyor. Kopek öyle değil, daha evci, sahibine muhtaç olduğu gibi koşup coşması da lazım. Kedi bu açıdan bakıldığında daha şanslı..

İstanbul’un zengin ruhu, hayvan sevgisiyle ancak bu kadar güzel harmanlanabilirdi herhalde. Peki çekimleriniz ne kadar sürdü?

Bu proje kesinleştiği anda hemen İstanbul’a gidip çalışmalarımıza başladık, araştırdık, insanları bulduk, tanıdık. 2014 yılında lokal prodüktörlerle buluştuk, sohbetler ettik, gezdik, semtleri ve mahallelerin kedilerini belirledik. Kaptanlarla, balıkçılarla bile konuştuk – vapurların bile kedileri varmış! Otuz beş tane kedi belirledik. Çekimler sırasında yakalayamadığımız yerleri çıkartmak zorunda kaldığımız hikayelerimiz de oldu, o yüzden bu sayı on dokuza, montaj sırasındaysa yediye düştü. Çekimlerimiz iki buçuk ay boyunca her gün sabahtan aksama kadar sürdü. Proje, bütçe ve lojistik açısından biraz kısıtlıydı ama projenin en zor tarafı çekimlerimizi durduramamaktı. Ara verdiğimiz zaman bile gözümüze çarpan, enteresan şeyler oluyordu ve bunları yakalayabilmek için yemek yerken bile sürekli çekiyor olurduk. İki buçuk ay boyunca yükseksen saatlik bir çekim yaptık ve bu çekimlerin montajı bir sene kadar surdu. Tamamen düşüncesel ve şiirsel kurguya dayalı bir anlatımı olsun istedik. Bu arada İstanbul’da kedi sahiplerinin kadınlardan çok erkek olması da başka bir ayrıntı. İstanbul’da kedici erkek daha çokmuş!

Ayrıca kediler çok enteresan, bunu çekimler sırasında fark ettik, biraz araştırdık. Genetik araştırmalara göre; biz onları hiç evcilleştirmemişiz, onlar bizimle evcilleşmiş. Yavrular doğduktan sonraki ilk altı hafta içinde insanla karşılaşırsa kendiliğinden evcilleşiyor. Bundan on bin sene önce tahıllarımızı ahırlarda saklarken kedilerin ahırlerı yuva edinmeleri ve fareleri yakalamalarıyla birlikte, insanla arasındaki karşılıklı ilişki ilk o zaman başlamış. Bizler onları tolere ettikçe, onlar da varlıklarıyla ve yavrularıyla bizden biri olmuşlar. Bir arkeolojik buluntu dokuz bin küsür sene önce kedi ve sahibinin birlikte gömüldüğünü kanıtlıyor..

Mesela bu ilişkinin başka bir örneğini de çekimler sırasında görüştüğümüz İstanbul Üniversitesi’nde Zoolog olan Prof. Dr. Vedat Onar’dan duyduk; Marmaray Projesi’nin kazı çalışmaları sırasında bulunan ve uç bin beşyuz sene öncesine dayanan bir kedi iskeletini incelemiş. Kedinin bir bacak kemiği değişikmiş. Sonra yapılan x-reylerden anlaşılmış ki; kedinin kirik bacağı, insana yapılan alçının kemiği kaynattığı gibi kaynamış, yani bir insan kedinin bacağını sargıya almış. Böyle buluntuları duyduğumuzda gördük ki; İstanbul’da kedinin insanla ilişkisi çok daha eskilere dayanıyor!

Bu belgeseli çekmeye karar verdiğinizde nasıl bir beklentiniz vardı? İzleyicilerin fark etmesini istediğiniz düşünceler nelerdi?

İstanbul’un, kedilerin ve insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin özelliği hızla büyüyen şehirleşmeye dayalı olması bizi ister istemez bu yaşam biçimine sokuyor ve bize doğayı hızla unutturuyor. Onunla olan bağlarımızı koparıyor. Bunu özlüyor ve yaşatmaya çalışıyoruz. Bu filmin mesajı da bunu hatırlamamız gerektiği. Şehirleşme zorlaştıkça kedilerle aramızdaki bağ artıyor aslında. Kediler bize çok benzerler o bakımdan. Onlara bakınca kendimizi görürüz, çünkü onların dertleri aslında bizim dertlerimizdir. Ama hayatin zorlaşması şefkat duygusunu yavaş yavaş köreltiyor. Kedilere eleştirilmeden yardım edilmesi gerekiyor. Ama ayni zamanda bu şefkati gösteren çok fazla insanın olduğunu da görüyoruz bu filmde ve bu bizi ayrıca umutlandırıyor..
Ceyda Torun’un yönetmenliğini üstlendiği diğer iki projesi ise henüz yapım aşamasında olan ‘Sufî: Mistik ve Müzik’ (Sufî: Mistik & Müzik) ve ‘Cin’ (the Djinn). Detayları www.termitefilms.com adresinden takip edebilirsiniz.

Kedi filmini izlemek için hala vaktiniz var!

TORONTO
Hot Docs Cinema (Son gösterim 30 Mart)
Carlton Cinema 
SASKATOON 
Roxy Theatre (Son gösterim 6 Nisan) 
WATERLOO
Princess CInema (Son gösterim 4 Nisan) 
ELORA, ON 
Gorge Cinema (7 – 13 Nisan) 
EDMONTON 
Metro Cinema (Tek gösterim 19 Mayıs) 
WINNIPEG 
Cinematheque (26 Mayıs – 1 Haziran)