Sanat: Bir Tedavi Yöntemi
Hepimizin en birinci dileği, her zaman ve her koşulda sağlıktır. Özellikle doğu toplumlarında başka şey dilenecekse dahi, şuurlu veya şuursuz, dilemeye önce sağlıktan başlanır, adettendir. Hastalık sevilmez, hele ki tüketim üzerine kurulu günümüz modern hayatının insanoğlunu endişelerle beslediği ortamda sağlığımızı kaybetmek en korkulan şey haline gelmiştir. Her şeyin en sağlıklısını yapabilmek adına sürdürdüğümüz telaşta ruhlarımız tükenir, yorgun ruh ise hastalıkların baş sebebidir. Yorulan ruhları tek dinlendirme yolu da sanattan geçer. Bu yadsınamaz hayat gerçeğine herkes bir güzel ezgide, bir hoş sedada, muhteşem bir görsel şölende hayatının hiç olmazsa bir küçük anında şahit olmuştur.
Ruhları anında tamir edebilen sanat, çağlar içerisinde her zaman tedavi edici bir öge olarak ilmin desteğiyle insanlarla buluşmuştur. Günümüzde de daha sık duymaya başladığımız “sanatla terapi” olgusunun geçmişi insanlık kadar eskidir. Zira yorulan ruhlar sadece çağımızın değil, tüm insanlığın derdi olmuştur.
Tarihin ilk dönemlerinde şaman kabilelerinde evrenin esrarlı olduğuna, insanı yöneten doğa üstü güçlerin varlığına, hastalığın bedene giren kötü ruhun eseri olduğuna inanılmış ve dönemin şifacıları ritm ve müzik kullanarak bu kötülükleri alt edilmiştir.
Köklerimizin coğrafyası Asya’da sanat terapisinin geçmişi Uygur ve Çin kaynaklarına göre MÖ 3000 yıllarına kadar gider. Eski Türk uygarlıklarında (Uygur, Kazak, Kırgız, Altay, Türkmen ve Özbek Türklerinde) bahşa adı verilen tedavicilerin bulduğu bazı uygulamalar günümüzde de devam ettirilmektedir. Bu şifacılar sanat yoluyla Ataruh ile bağlantı kurmaya çalışarak sezgi yoluyla elde ettikleri deneyimleri hastaya uygulamışlardır. Bu toplumlarda müzikle terapi çok gelişmiştir. Özellikle o zamanlardan gelen, trans oluşturucu özelliğine sahip beş ses kullanımı günümüzde Londra Rempton Enstitüsü’nde otistik çocuklara uygulanarak çocuklarda kendine güven ve kararlılık verdiğine şahit olunmakta ve bu terapi dünya çapında kullanılmaktadır.