Yazar Elif Elif Diye
KANADA’YA YERLEŞEN İZMİRLİ’YE KANADA’YA YERLEŞEN ANKARA’DA DOĞMUŞ, AFRİKA’DA BÜYÜMÜŞ, İSTANBUL’DA YAŞAMIŞ BİRİNDEN MEKTUP
Sevgili Kanada’ya Yerleşen İzmir’li,
Karşıma o kadar çok çıktın ki son zamanlarda , eş dost sağolsun, sen de beni tanı istedim. Ben de Kanada’ya altı ay önce gelmiş, Afrika’nın sıcağında büyümüş, İstanbul boğazına karşı 20 sene sefa sürmüş biriyim. İlk kışım burada. Herkes bana, “Daha bekle, kış görmedin,” diyorlar. Nedense, sanki sonunda o efsaneleşmiş kışı görsem, yılsam, bezsem haklı çıksalar ne farkedecek, yaşamam gerekeni yaşıyorum işte, insanlık hali.
Haklısın, ben de yeniyim ve daha kışın ilk günleri. Gerçekten muhteşem bir doğası var buranın. Soğuk olduğu doğru. Ben ki yazın yorganla yatardım, Afrika sıcağı yabana atılır bir sıcak değildir, kış bilmeden büyüdüm ben. Hafızamda Ankara’mın 70’li yıllardaki soğuğu var eser miktarda. Çok üşürdük o zaman da. Ama çok kısa bir döneme ait hafıza bu. Sonrası bende sadece Cezayir sıcağı. Ailecek severiz sıcağı, bi tanecik abana yeğenimin adı Sahra, sen anla bünyemizle sıcağın ilişkisini.
Ama verdik bir karar ve geldik buralara, sebepleri es geçiyorum, zira sadece o sebepler yeter soğuğu hissetmemeye. Ama o başka konunun yazısı olsun. Bir arkadaşım “Soğuk yoktur, doğru giyisi vardır,” demişti geldiğimizde. Aklın yolu bir, üşümeyeceğimiz garantili kıyafetler aldık. Bazıları ibiş gibi bulsa da, ben zaten modayla pek işi olmayan biri olduğumdan, memnunum -40’a dayanan üstümden başımdan. Sıpsıcacık, öyle kat kat giyinmem dahi gerekmiyor. Bana çirkin de gelmiyor, sadece Vogue’dan fırlamış gibi olmadığım, asla da öyle olmak istemediğim kesin.
Soğuğu apaydınlık buranın. Güneşi hiç gitmiyor, bunu kimse bilmiyor bizim oralarda. Herkes bir soğuk tutturmuş, ışık kimsenin umurunda değil. Hep ışıklı olmasının ne kadar ruha iyi geldiğini bilmiyorlar. Şahsi fikrimdir tabi, ışık çok önemli, güneş önemli. Kışın güneşin ışığını hep hissetmek öyle hoş ki… Saatlerce yürüyorum, -20’de dolaştım daha dün, durup fotoğraf da çektim Beaches’de. Suyu özlüyorum, zira gözümü açar açmaz denize derdim ilk günaydını, gece yatarken de yaz, kış fark etmez terasımda az gevşemeden, dünyayla hesaplaşmadan yatağa gitmezdim. Bir koşu gidiyorum çok özleyince, hep su kenarında oturmayı hayal ediyorum. En büyük özlemim o şu aşamada.
Kar daha çok yağmadı, ama yağsa da küremem gerekmiyor. Çünkü apartmanda oturuyorum. Burada herkes kapısının önünü temizlemekle yükümlü. O çok şikayet ettiğin şey aslında hayatın bence özü, temel fikri, olması gereken: herkes kapınsın önünden sorumlu, her anlamda. Herkes komşusuna karşı sorumlu, sokağına karşı sorumlu. Bize uzak bunlar. Yadırganır tabi ki. Kar küremeyi sevmiyorsan apartmanda oturmayı tercih edeceksin, sorun kalmıyor. Kerem, eşim “Ben hayatta bahçeli evde oturmam,” diyor. Zira kendisi ekâbirdir, hayatta ne kar kürer, ne araba yıkar, ne de mangal yapar, bunların tümü, ve bilumum insanlığa faydası olmayan başka işler insan doğasına aykırıdır ona göre. Mümkünse başkalarına yaptırır, yaptıramayacaksa teşebbüs etmez. Haklıdır da, çünkü kendini bilir. Ev yuvadır bizim için sadece, ayrıca zaman da kıymetlidir, dolayısıyla ev demek iş demek olmamalıdır. Ama sefasını sürecek bir özelliği varsa o zaman da şikayet edilmeden yapılır. O terası boğazın hatırına senlerce bayıla bayıla temizledik, onlarca çiçeği hep söylenmeden suladık senelerce. Bahçeli ev tercihinse, dikenin de seveceksin, hayat böyle kocaman bir terazi, neyi neden tarttığını bilmen koşuluyla…
Ha, kendimi biliyorum bu nedenle araba da almadım. Zaten harika şoför sayılmam, ben mümkünse araba almayayım. Hiç sevmedim trafiği, İstanbul’da da tercihim toplu taşımaydı. Bu yadırganan bir şeydir Türkiye’de, nedense , ait olduğumuz sosyal sınıfımız için toplu taşıma münasip görünmez. Ama ben vapur, metrobüs, minibüs, dolmuşçuydum. Burada da yadırgamadım.
Hele karda kışta. Oturacağımız yeri ulaşımı kolay olan bir yer seçtik. Zaten toplu taşıma gayet kolay, ve her yere ulaşıyor. Taksi var, Uber var, Zipcar var, araba kiralama var. Öyle 3000 dolar hasarı olacak araban yoksa için rahat ediyor biliyor musun. Benim tercihim bu: araç beni bir yerden bir yere götürecek bir şeydir, benim olması şart değildir. Kazasıyla, kaskosuyla ne uğraşacağım ki, böyle bir tercihle ne araba, ne kaza, ne masraf derdim var.
Artık karşıma çıkıp durma, belli ki burası sana uygun değilmiş, öyle de geç. Herkes çok eğleniyor yazınla, ve soğukta yaşamamış arkadaşlarım gerçekten nasıl bir şey bu kadar soğukta yaşamak diye merak da ediyor. Elif soğukla nasıl başedecek diyor beni düşünen, sıcak sevdiğimi bilen kalpleri.
Aslında sana yazıyorum dediysem de, sanırım ben arkadaşlarıma yazdım bu yazıyı: merak etmeyin tatlı arkadaşlarım, İzmir’li değilim, bir yerli saymıyorum kendimi, her yerliyim gibi geliyor bana. Ve herkes kendi tercihini, gerçek tercihini yaşarsa bu hayatta, o gerçeğin her şeyiyle daha kolay baş ediyor diye düşünüyorum tüm kalbimle.
Biz tercihimizden şimdilik memnunuz. Her yerin olduğu gibi, güzellikleri de var, nahoşlukları da. Neyi seçerse kalbin işte, peşine takılıyorsun. Ben inceliklerini paylaşmayı tercih edeceğim arkadaşlarımla. Hoşuma gitmeyenleri de yaşamam gerekiyormuş deyip, becerebildiğimce alacağım dersimi, önümdeki maçlara bakacağım…Bu saatten sonra hep yapmayı hayal ettiğim gibi…
İzmir’e selam benden sevgili İzmir’li…Dönmüşsün madem, sana mutluluklar İzmir’de. Yolun düşerse beklerim, lâflarız havadan, sudan…
Elif Barut
Fotoğraf: Elif Barut
“Ankara’da 1967’de doğan Elif Barut’un çocukluğu Cezayir’de geçti. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. Meslek hayatına mimar olarak başladıysa da 2002’den bu yana Moda ve Kapalıçarşı’daki iki atölyesinde yurtiçi ve yurtdışında kurumsal firmalara Nili Silver markasıyla gümüş objeler ve takılar tasarlayıp üretmekte. Toronto’ya 2014 haziran ayından gelen Elif Barut aynı zamanda denemeler ve hikayeler yazıyor.
www.yazarelifelifdiye.blogspot.ca”