turkish-tea-1317344-1279×832

Yine Vatan

Dönüş zor, çok zor.

Vay be kaldık mı burada? Ha deyince gidilemeyen yaban ellerde hem de?

Vatanın hali ortada. Kaçan kaçana güzelim memleketten. Hem de ne kaçış… Arkasına bile bakmadan çoluğunu çocuğunu alıp kaçan kaçana. N’oldu? Canım vatanımız bu kadar mı yaşanamaz, çekilmez halde?  Neler oluyor benim güzeller güzeli anavatanımda? Aklım dimağım almıyor?

Gelenler öyle bir Ohhhhhhhh çekiyorlar ki, memleketimi ne kadar özlediğimi ve sevdiğimi yanlarında söylememeye büyük gayret gösteriyorum. Sevgimi, hasretimi ve memleketime övgülerimi içime atıyorum.

Memleket haberlerini anlamıyorum,  okusam da dinlesem de anlayamıyorum. Bilmediğim anlamadığım olaylar, kişiler, karmaşalar. Anlamak da istemiyorum. Kişiler ve karmaşalar gelirler ve geçerler.

Benim tek bildiğim anladığım doğup büyüdüğüm yurdumun güzel ve eşsiz bir yer olduğu. Onca karalamaya, onca kötülemeye, onca kara habere, onca kötülüğe rağmen hala ve bütün kalbimle memleketimin ve memleketimin insanlarının iyi olduklarına ve güzel olduklarına inanıyorum. Özümüzün mayamızın güzel olduğuna ve masum olduğuna inanıyorum. Ya da inanmak istiyorum. Kim ne derse desin. Başka çaremiz yok. Ülkemizdeki çeşitliliğe ve hep bir arada yaşamaktan ve birbirimizi sevmekten ve farklılıklarımızla kabul etmekten başka çaremiz ve ilacımız olmadığına inanıyorum.

Hep o eskiden yaşadığımız apartman geliyor aklıma. Nasıl mutlu, mesut ve uyumlu yaşıyorduk onca dert arasında. Hiç de kolay olmayan hayat şartları içinde bile birbirini olduğu gibi kabul eden ve hayata gülebilen ve birbirini her gün güldüren komşular aklıma geliyor. Ülkede siyasi durum daha mı iyiydi? Ekonomi daha mı iyiydi şimdiki durundan? Hayır. Hayat daha zor değil miydi? Evet, zordu.  Hem de çok zordu.

Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş o güzel komşularımız İstanbul’da bir apartman binasında küçücük dairelerinde çoluk çocuk hayata umutla bakıp, hayaller kuruyorlar ve hayata ve kendilerine kahkaha ile gülebiliyorlardı. Karadenizli, Akdenizli, Güneydoğulu, Trakyalı, İç Anadolulu, Egeli, Çukurovalı, Doğu Anadolu veya Marmaralı olmaları, birinin laz diğerinin kürt olması, veya diğerinin hakiki İstanbullu olması onların bir araya gelip kaynaşmalarına engel değildi asla.  Öyle zengin yapıyordu ki o fakir hayatlarımızı her komşunun bambaşka yerden oluşu. Tarifi imkansız bir zenginlik. Değişik aksanlar, müzikler, yöresel kültürel gelenekler duymak ve öğrenmek farkında olmadan bizleri manevi olarak zenginleştiriyordu.

Ev toplantılarımız çok renkli ve eğlenceli ve çok bereketli ve lezzetli geçiyordu hep. O acele ile çabucak kurulan koca bereketli sofraları asla unutmayacağım. Sobada ızgarada pişen hamsiler, Giresunlu komşumuzun getirmiş olduğu koca kap dolusu fındıkları,  fasulye turşularını, Kastamonulu komşumuzun mantar turşularını, Urfalı komşumuzun yumurtalı kısırını,  bulgur köftelerini, her yörenin farklı dolmalarını, mantılarını, hamur işlerini, sebze yemeklerini, et yemeklerini, pasta, poğaça börek  ve keteleri ve keklerini, kurabiyelerini, tatlılarını, çorbalarını, salataları her şeyi akraba gibi hatta akrabadan da öte paylaştığımız o güzel  bereket dolu ve kahkaha dolu sofraları,  o güzel günleri asla unutmayacağım. Kandil geceleri gelen çeşit çeşit aşure dolu kaseleri, un helvalarını, irmik helvalarını unutmayacağım. Akşam üstü çalınan zilleri ve bir tabak yemek uzatan o nur yüzlü komşu teyzelerimi unutmam mümkün değil. Sırf birimiz seviyoruz diye veya pişerken kokmuştur canları çeker diye düşünüp  elinde bir tabak sıcak yemek ve o yemekten daha sıcak kalbi ile kapıda gülümseyen o melek teyzeleri unutur muyum hiç?

Birinin morali mi bozuk? Böyle bir durum uzun sürmez. Hemen bir espri bir şaka bir bakarsın keder dert kalmamış. Gülmeler gülüşmeler ve çay kahve ikramları başlamıştır bile. Derdi olan derdini hatırlamaz bile. Biri hasta mı? Doktora götürür biri. Diğeri hastanın evdeki çocuklarına bakar. Evini toplar, yemeğini yapar. Apartmanımız sanki koca bir aile idi sanki. Her komşu birbirinden çok farklı ama herkes birbirine çok destek ve çok yakındı. O berbat yerdeki apartmadaki şahane komşular ve insanlar olmasa idi hayatımız çok bunaltıcı, manevi olarak çok yıpratıcı olurdu ve hayat çekilmez olurdu. Geleceğe umutla bakan mutlu çocuklardık o komşular ve komşuluklar sayesinde.  Kimse kimseyi zorlamadan, doğal olarak her türlü yardım ve desteği veriyorlardı birbirlerine ve hiç bir karşılık beklemeden yapıyorlardı bunu. Siyasi görüşleri,  inançları,hayat tarzları, ne giydikleri falan hiç kimseyi alakadar etmiyordu, birbirinden uzaklaştırmıyordu. Sadece saygı ve sevgi ve hoşgörü vardı. Birbirlerinin farklılıklarından mutluluk duyuyorlardı bilakis. Herkesin birbirine anlatacağı gelmiş olduğu köyü, kasabası, şehri vardı. İstanbul’da tesadüfen gelmiş ve o asansörsüz, 5 katlı, işlek cadde üstünde ve etrafı fabrikalar ve araba tamircileri ile dolu binada yolları kesişmişti hepsinin. Koca şehirde yeni olan ve Anadolu’nun dört bir yerinden kopup gelmiş İstanbul’da o binayı kendine yuva yapmış ve onlarca umudu olan  memleketimin güler yüzlü güzel insanları idi komşularımız.

Bizim apartman gibi başka pek çok apartman vardı, benzer komşuluklar vardı. Şehirde ve ülkede. Okullarda da her sınıfta Anadolu’nun değişik yerlerinden gelmiş çocuklardık.

Memleketimizdeki çeşitlilik bizi biz yapan en büyük değer en büyük zenginliğimiz bence. Bizleri ayırmaya çalışanlara inat birbirimiz farklılıklarımız ile sevmeli ve birbirimize kenetlenmeliyiz. Ayrışmamız doğamıza aykırı bir kere. Anadolu da bizleri toplamış ve bağrına basmış bütün farklılıklarımız ve renklerimizle yüzyıllar önce.

G. Kroeze

G. Kroeze “Kara Kız” ve “Bulgur” kitaplarının yazarıdır .